14 Eylül 2012 Cuma

Zamane anneleri - Fast food çocukları






Marketlerde sarımsaklı yoğurt satıldığını gördüğümde her seferinde düşünürüm: Kadınlarımız, insanlarımız bu kadaryeteneksiz mi? Hadi evde yoğurt yapmıyorsun, sarımsağı ezip yoğurda katarak evde taze taze mis gibi sarımsaklı yoğurt hazırlamaktan da mı acizler ya da ayran hazırlayamayacak kadar çünkü ayranı bile hazır almayı tercih ediyor birçok ev hanımı. Ne kadar çalışıyor da olsalar, eve geç geliyor bile olsalar en fazla 10 dakikalarını alır bu dediklerimi yapmaları.

Bir de güzellik maskeleri olayı var. Evde yukarıda sözünü ettiğim basit işleri yapmaya üşenir çoğu kadın ama iş cilt güzelliğine gelince üşenmez, arar, tarifleri bulur, okur, gidip artık içine bal mı olur karbonat mı olur, yoksa limon mu her neyse, o çok değerli vaktini harcayıp tarifi itina ile uygular, sonra geçer ayna karşısına, yine aynı itina ile yüzüne uygular... İş çorbaya gelince mis gibi nane kokan bir yayla çorbası veya tarhana yerine hazır çorba pişiriverir alelacele. Cacık mı, o da ne? Bulsa onu da hazır alır ama sohbet ortamlarında yeri geldiğinde organik pazarlardan bilmem ne kadar paraya domates aldığından bahseder. Neyse ki domatesi doğrayıp akşam yemeğine salata olarak koyabilir bu tür zamane anneleri.

İzleyeceği diziyi hiç kaçırmaz, vaktini buna ayırır, yarın hangi kıyafeti giyeceğini, hangi ayakkabıyla veya çantayla uygun olabileceğini düşünür de, çocuklarının bedenine girecek besinlerin daha sağlıklı olabilmesi için ne yapabilirim diye düşünmesine gerek duymaz.

Hayatlarımız hazır şablonlar üzerine oturmaya başladı. Artık köylerde bile inekler, tavuklar eski lezzetleri taşımıyor, GDO’lu besinlerden onlar da nasibini aldı. O gitmediğimiz, kalmadığımız uzak köylerde de mutfaklarda hazır çorbalar, hazır yoğurtlar yerini almaya başladı. Un kavurup çorba kaynatanlar, şehriyesini kışa girmeden hazırlayan, tarhanasını, salçasını yapanlar azaldı.

Şimdi Eylül, tam zamanı. Yakın evlerden yayılan salça kokuları mevsimin en sevdiğim yanı. Balkonumda ipe dizip kurutmak üzere astığım biberlerimin kurumuş olan bir kısmı rüzgârda tıkır tıkır sesler çıkarırken büyük bir hızla değerlerimizi, zenginliklerimizi, sağlığımızı kaybetmekte olduğumuzu düşündüm. Diyorum ki bu konuda mücadelemizi sürdürmeli, yeni nesile mümkün olduğunca bu lezzetleri unutturmamalı, doğallığı tattırmalıyız.

Bütün bu değişimlerden nasıl, ne zaman geçtiğimizin bile bilgisayar başında otururken farkında olmadığımızdan, köfteyi bile evde hazırlamayıp marketlerden alıp içinde ne tür katkı maddelerinin olduğunu düşünmeden tüketen, patates kızartması, mayonez ve ketçaba, hamburgere tapan, öğle yemeklerini dürüm, pizza, pide, döner, hazır ayranla geçiştiren obez bir toplum olmaya
başladık.

Sonuç şu ki devlete yeni bir iş daha düştü: Obeziteyle mücadele kampanyası başlatıldı. Hareket etmeye reklamlar ve bildirilerle teşvik ediliyoruz, Resmi Gazetede yayımlanan tebliğlerle ekmeğe ne kadar tuz ve kepek koyulacağına karar veriliyor.

Daha kaç fırın ekmek yememiz gerekecek acaba özümüze dönmemiz için? Bekleyelim görelim ama bu arada da üzerimize düşenleri de yapmayı ihmal etmeyelim.

Herkese sağlıklı güzel bir hafta dilerim.

Müşerref Özdaş




4 yorum:

vişnap dedi ki...

Ben sana ne diyeceğimi ne yazacağımı bilemedim be canım .Hay o güzel yüreğine sağlık olsun.Bu yazdıklarının hepsi aklımdan geçenler.Bu kadar hazır olmamalı hayat .Köyde dahi inekler yok edildi çarşıya inilip yoğurtlar,sütler hazır alınıyor .Çok üzülüyorum köyler dahi köylükten çıktı.Köy kadınların mutfaklarında paket paket hazır çorbalar.Ordan bir un kavurup çorba dahi yapamaz oldular.Yazık yazık. sevgiler canım..

Msrf Designs dedi ki...

Haklısın güzel dost.Değerlerimizi, zenginliklerimizi, sağlığımızı kaybetmemeliyiz, mücadelemiz sürmeli, yeni nesile mümkün olduğunca öğretmeli, bu tadları, doğallığı tattırmalı, bildirmeliyiz.

hanife dedi ki...

Ne kadar güzel anlatmışın günümüzün tembelliğini eline sağlık..

Msrf Designs dedi ki...

Teşekkür ederim Hanife hanım.