Dört Mevsim


Gölge Sevgili!
Sen, hep hayal ettiğim o özel kişi misin? Ruh eşim, kader ortağım, yol arkadaşım sen misin? Kim bilebilir bunun cevabını? Zaman! 
“Merhaba” ile başlayan, birkaç cümlede biten sohbetlerden öteye geçemedik. Elim eline değdi ama hiç kadın-erkek gibi hissettik mi?
Şeytan tüyü var sende; ne zaman aklıma düşsen gülümsüyorum. Garip bir huzur, garip bir yakınlık.. Sanki seni bir yerlerden, çok eskiden tanıyormuşum duygusu, tuhaf!
Yakınımda, dibimde duruyorsun ama dokunamıyorum. Oysa seni uzun uzun seyrettiğim o gece, bir an yanına uzanabilmek için neler vermezdim?
İhtiras, cinsellik, tutku değil bu! Bir tuhaf şefkat hali; sevgili gibi, dost gibi, anne gibi, hepsinin karşımı garip bir his sana beslediğim. Bir türlü adını koyamadığımız için olmalı!
Camın kenarına oturmuş, dışarıyı seyrediyorum. Uzakta deniz, karanlığı yırtıyor geminin ışıkları. Koca bir şehre bakıyorum, insanlar, evler ve sen; tam ortasında duruyorsun bu akşam manzarasının. Odada yanan lambadan aksin yansıyor cama, şehri ve seni iç içe görüyorum.
Sana akıyor gönlüm, elimde değil. Kendime görünmeyen bir tokat atıyorum. Olmayacak duaya amin denilmez. Biz çok uzağız yan yana bile dururken.
Gözlerin güzel senin, bakışın güzel! Bir derinlik var gözbebeklerinde ruhunu gösteren. Ne zaman baksam, hayale dalıyorum.
Sonra telefon çalıyor, biri geliyor, bir şey söylüyor; bütün büyü bozuluyor! Ne güzel zaman durmuştu, kalsaydım o anda olmaz mıydı? Olmuyor!
Yüreğin hissettiklerini, dile söyletmek ne zor! Sözcükler aciz kalıyor sevdanın karşısında. Adını anmıyorum, kimse bilmesin diye. Kimseye söylemiyorum içimden geçenleri. Ama o gece, cama vuran aksini gördükten sonra bir isim verdim sana; bundan böyle adın Gölge Sevgili!
Candan Ünal


YAŞAMIN YANKISI


Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden çocuk ayağı takılıp düşüyor ve cani yanıp ‘AHHHHH’ diye bağırıyor.

İleride bir dağın tepesinden ‘AHHHHH’ diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor.

Merak ediyor ve

- ”Sen kimsin?” diye bağırıyor. Aldığı cevap ‘Sen kimsin?’ oluyor.

Aldığı cevaba kızıp – ”Sen bir korkaksın!” diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses ‘Sen bir korkaksın!’ diye cevap veriyor.

Çocuk babasına dönüp

- ”Baba ne oluyor böyle?” diye soruyor.

- ”Oğlum” der babası, ”Dinle ve öğren!” ve dağa dönüp ”Sana hayranım!” diye bağırıyor.

Gelen cevap ”Sana hayranım!” oluyor. Baba tekrar bağırıyor, ”Sen muhteşemsin!”

Gelen cevap; ”Sen muhteşemsin!’. Çocuk çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor.

Babası açıklamasını yapıyor:

- ”İnsanlar buna yankı derler, ama aslında bu yaşamdır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla Şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.”

Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır.(Alıntı)



KURDUN AĞZINDAN '' KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ '' HİKAYESİ :-)))

Her gün yaptığım gibi ormanı temizlemeye çıkmıştım. Orman benim evim, temiz tutmak da benim görevim. Derken bir kız beliriverdi. Kırmızı başlık ve peleriniyle çok şüpheli bir görünümü vardı. Kimin aklına gelir bu garip kıyafeti giymek. Bir kurnazlık peşindeydi mutlaka. Bir süre dikkatle izledim bu garip kızı. Elinde taşıdığı üzeri örtülü sepette kim bilir ne taşıyordu!.. Yürüyüşü bile normal değildi. Yanına yaklaşıp ne yaptığını sorunca bana büyükannesinin evine gittiğini söyledi ama gel de inan. Yine de bıraktım peşini kendi işime döndüm. Ama aklım o kıza takıldı bir kere...

Bir gidip bakayım doğru mu söyledikleri dedim kendi kendime; gerçekten böyle bir büyükanne var mı? Siz olsaydınız gerçekliğini kontrol etmek istemez miydiniz? Orman benim evim. Ben hem ev sahibiyim, hem de diğer orman sakinlerine karşı sorumluyum. Neyse uzatmayayım...

Gittim, baktım ve gerçekten bir büyükanne buldum. Sorduğumda "evet o küçük kız benim torunum" dedi. Ben de sorumlu bir kişi olarak; "bu küçük kız yabancılarla konuşulmayacağını öğrenmemiş daha!..." dedim ve anlattım küçük kızla karşılaşmamı...

Büyükanne de ürperdi ve birlikte küçük kıza bir ders vermeye karar verdik. O yatağın altına saklandı, ben Onun geceliğini giydim, başlığını taktım ve yatağına yattım. Küçük kız birazdan içeri girdi. Seslendi cevap verdim. Ne şaşkın bir çocuk!..

Beni büyükannesi sanıvermişti. Ben benim büyükannemi değil sesinden, kokusundan bile tanırım oysa ki. Neyse bunlar bir şey sayılmaz, daha neler yaptı bilseniz. Kulaklarımın niçin büyük olduğunu sordu. Ne ayıp şey hiç sorulur mu!... Yine de çocukluğuna verip yumuşak bir sesle cevapladım. "Seni iyi dinlemek için"... Ama bu sefer kalkıp da burnumun niçin büyük olduğunu sormaz mı!.. Küçük kız hiç mi hiç terbiye almamış. Ben zaten burnumu kendime kompleks haline getirdim, öz-güvenim sallantıda. Psikologlar, estetikçiler...
Dünya para harcıyorum ama nafile. Yine aldırmamaya çalışırken bu sefer de ağzımın kocaman olduğunu yüzüme vurmaz mı! Tabi ki kızdım, siz olsanız kızmaz mıydınız? O sinirle ayağa fırlayıp peşinde koşturmaya başladım. Birden ne olsa beğenirsiniz! Bir kocaman avcı elinde tüfek kapıdan dalıverdi. Beni "seni hain kurt, büyükanneyi yedin değil mi?.." diye suçlamaz mı !..

Halbuki büyükannenin kılına bile dokunmadım, O da saklandığı yerden çıkıp beni korumaya çalışmadı. Malum yaşlılık,kulakları iyi duymuyor. Avcı mahkeme yapmadan infaz kararımı verdi. Tabi ben de adalet bulamayacağımı, hatta canımı yitireceğimi anlayıp pencereden zor attım kendimi.

Geçirdiğim büyük korkunun sarsıntısı yetmiyormuş gibi o gün - bu gün ormanda bile yüzümü rahat gösteremez oldum. Adım haine çıktı.
Yeter Artık... Ben Suçsuzum...(alıntı)





AĞUSTOS BÖCEĞİ VE KARINCA HİKÂYESİ


ÇİN VERSİYONU

Karınca bütün yaz boyunca çalışır ve kış için evini,yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan
gelir yatar ve karıncayla alay eder,vur patlasın çal oynasın yazı geçirir. Ve kış gelir..Karınca sıcacık
yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken, Ağustos böceği açlık ve soğuktan iki gün sonra ölür.

FRANSIZ VERSİYONU

Karınca bütün yaz boyunca çalışır ve kış için evini,yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan
gelir yatar ve karıncayla alay eder,vur patlasın çal oynasın barlarda yazı geçirir..Ve kış gelir..
Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde sıcacık kışı geçirmeye hazırlanırken kapı çalar.

Bakar ki elinde bavulu ağustos böceği;

-Naber aptal komşum? Kışı geçirmek için Karaip Adaları'na gidiyorum da, bir isteğin
var mı sorayım dedim.Hadi bana eyvallah.

YENİ TÜRK VERSİYONU

Karınca bütün yaz boyunca çalışır ve kış için evini,yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği de yan
gelir yatar ve karıncayla alay eder,vur patlasın,çal oynasın yazı geçirir.Ve kış gelir..
Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken, Ağustos böceği bir basın toplantısı
düzenleyerek 'Etrafta onca aç ve üşüyen varken,karıncalar nasıl bir vurdum duymazlıkla sıcacık yuvalarında yaşayabiliyorlar' diye olayı kamuoyunun vicdanına sunar.

ATV, KANAL D, STAR zavallı aç ve açıktaki ağustos
böceği ile karnı tok sırtı pek karıncanın resimlerini yan yana yayınlayarak tarafları tartışmaya davet eder.

Türkiye olayın şokunu yaşamaktadır. Nerededir bu devlet? YBKD (Yeşil Böcekleri Koruma Derneği) 'nden bir temsilci, ATV'deki TEKETEK programına çıkarak otuz yıldır çektikleri sefaletin tek nedeninin sırf yeşil
renkli olmalarından kaynaklandığını anlatır.

Dünyanın en tanınmış Nobel adayı yazarımız Orhan PAMUK ve tanınmış aydınlarımız olayı Avrupa düzeyinde protesto ederek Türkiye'yi kınarlar.

Konu Bakanlar Kurulu'nda tartışmaya açılır ve Başbakan KANAL D' ye verdiği özel demecinde 'Daha önceki hükümetler tarafından bunca yıldır sorunları gözardı edilen değerli ağustos böceği kardeşlerimizin bundan böyle huzur ve refah içerisinde yaşamaları için gerekenler yapılacaktır.' der.

Diğer yandan Reha Muhtar karıncayı canlı yayına çıkararak, 'Reklamını yapmak için zavallı bir ağustos böceğinin içler acısı durumundan yararlanmaya utanmıyor musun?' diye bir güzel haşlar.

Ertesi akşam TEKE TEK' te ise 'Ağustos böceğinden yürüttüğün para ve yiyecekleri nereye sakladın, öt çabuk' diye Fatih ALTAYLI' dan bir güzel dayak yer.

Karınca en sonunda çareyi yurtdışına kaçmakta bulur.Ve ağustos böceği Onun evine yerleşir,yiyeceklerine konar, eşyalarının üzerine yatar ve refah içerisinde gül gibi yaşar gider. Ve güzel
ülkemizde tarafsız ve doğrucu (!) medyamız sayesinde adalet yerini bulur. (mu ?)



Şu hikayeye bir de SUNAY AKIN gibi bakalım…

Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama
olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl.

12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanin ömrü adında yazılıdır: Ağustos.

Yani topu topu bir ay…

Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.

Çünkü dişi, en guzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.

Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay…

Buldun, buldun… Bulamadın, bir daha yok. (alıntı)