28 Nisan 2012 Cumartesi

Sevgi Neydi?

Sevgi neydi sahi? 

Bir mektubun ilk satırı mıydı; bir telefondaki ilk ses mi? İnsanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarca okunan; yoksa ilk satır arayışları mı tekrar be tekrarlanan? 

Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten; yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları mı?Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi; kâh hüzünle, kâh mutlulukla hatırlanan. 

Belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i İlahîde ve sınavı geçmekti ercesine. Sevgi bir tevbeydi, nasûh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda….

İSKENDER PALA

27 Nisan 2012 Cuma

Mutluluk Algısı

Mutluluk nedir diye çok sorulmuştur.
Mutluluk geniş bir zamana yayılmamakta bana göre, anların içinde saklı.
Bir tek merhaba binlerce cümleden daha mutlu edebilir kişiyi.
Ve bir ses... içinizi kıpır kıpır edebilir, gününüzü renklere boyayabilir...

Kimse olmasa da kendisiyle de mutlu olmayı, mutlu kalmayı öğrenmeli insan. Mutlaka birine, bir şeylere, olgulara endekslenirsek yanıbaşımızda akıp giden hayatı kaçırabiliriz. 

Mutluluk kimyasaldır. 


Mutluluk hormonu Serotonin ( endorfin) yükseldiğinde moraliniz ve enerjiniz de yükselir, iştahınız ise azalır.  




Araştırmalar gösteriyor ki; depresyon, migren, hiperaktivite, insülin direnci, hatta obezitenin temelinde serotonin, yani mutluluk hormonu’ bulunuyor. Serotonin yükseldiğinde veya yeterli olduğunda moraliniz de yüksek oluyor. Rahat uyku uyuyorsunuz, iştahınız azalıyor, ruh sağlığınız düzeliyor, enerjiniz artıyor. Düşük serotonin ise sinirli, huzursuz ve depresif ruh hallerine neden oluyor, iştahı bozuyor, obezite veya anoreksiya, bulimia nevroza gibi yeme bozukluklarına yol açıyor.



* Serotonin nedir?
Vücut tarafından oluşturulan ve gıdalarda bulunmayan bir sinir taşıyıcısıdır. Vücut serotonini kendisi üretir. Ancak, serotonin üretimini destekleyen besinler tüketilerek vücudun serotonin üretmesine katkı sağlanmalıdır.


* Beslenmeyle serotonin hormonu arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz?
Serotoninle insan vücudundaki enerji arasındaki ilişki, yumurta ile tavuk arasındakine benzer. Yani ruhsal yönden iyiyseniz iştahınız artabilir ya da azalabilir. Ruhsal yönden kötüyseniz yine iştahınız artabilir ya da azalabilir. İşte bu etkileşim sonucunda insan vücudu mutlaka olumsuz etkilenir.


* Serotoninin vücuttaki miktarı nasıl değişiyor?
İnsan vücudundaki serotonin düzeyini, çeşitli hormonlar etkiliyor. Örneğin kadın vücudundaki östrojende artma, serotonin düzeyinde de bir artışa neden olur. Açlık, yorgunluk, stres, yemek, ışık ve ilaçların da serotonin düzeyini düşürdüğü tespit edilmiştir.


* Serotonin, tıbbi ürünlerle takviye edilebilir mi?
Beyin elementlerinin, uzmanların tedavi önerisi dışında edinilip kullanılması mümkün değildir. Zaten kişi kendindeki bu durumu beslenmesine özen göstererek ve hastalıklardan korunarak dengeleyebilir. Örneğin kırmızı renkli besinler öğünlere eklenebilir. Stresli ve yoğun dönemlerinde alınan çinko, betaglukan gibi doğal besin değerleri, hastalıklara karşı olan savunmayı güçlü kılabilir.


* Serotonin azlığı ya da çokluğu sağlığı nasıl etkiliyor?
Beyindeki serotonin eksikliği depresyona yol açabilir, iştahı bozar ve obezite, anoreksiya ve bulimia nevroza gibi diğer yeme bozukluklarına ve uykusuzluğa neden olabilir. Düşük serotonin sinirli, huzursuz yapar ve depresif ruh haline sokar. Serotonin yükseldiğinde veya yeterli olduğunda ise; moraliniz yüksek olur, rahat uyku uyursunuz, iştahınız azalır ve enerjiniz artar. Mesela migren atağından önce vücuttaki serotonin düzeyi yüksek olmakta, atak geçtikten sonra da düşmektedir. Ayrıca kalp krizi geçirmiş birçok hastanın depresif olduğu tespit edilmiştir.


* Serotonin eksikliğinden bağışıklık sistemi nasıl etkileniyor?
İlk ve en önemli etkileşim aslında bağışıklık sisteminde oluyor. Mesela eksik alındığı için depolanmayan protein ya da vitaminler savunma sisteminin iflas etmesine yol açıyor. Alınmayan gıdalar yüzünden savunma sistemi zayıflıyor ve vücut enfeksiyonlara açık hale geliyor.



Endorfin veya serotonin
İnsan vücudunda ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen hormonlara verilen isimdir. Hormonun işlevi, ağrının şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır. Endorfinlerin ağrı kesici etkisi morfinden yaklaşık 30 kat daha fazladır.



Mutluluk hormonu olarak da anılır. Heyecan, ağrı, egzersiz, baharatlı yiyecek tüketimi, seks ve orgazm gibi durumlarda salınımı artış gösterir.



Endorfin hormonunun daha çok salgılanması beslenme şeklimiz ile doğru orantılıdır. Bazı yiyecekler endorfin salgısını artırarak mutluluk verir. İlk aklımıza gelen çikolatadır. Çikolata kokusu bile mutluluk hormonunu yükseltir. Çikolata ve çikolatalı pasta yada dondurma gibi yiyecekler endorfin salgısını artırarak bizi mutlu eder. Meyvelerden en etkili olanı muzdur. bunun yanında çilek, üzüm ve portakal da mutluluk veren meyvelerdir. Ekmek ve makarna enerji verir ve sıkıntıları unutturur. Kilo sorununuz varsa salata ile birlikte yemeniz tavsiye ediliyor.Fıstık ve susam endorfin hormonunu artıran besinlerdir.



Aşık olunduğunda bol miktarda salgılanan hormondur endorfin. Sık sık aşık olmak yerine; siz, düzenli spor, her gün egzersiz yaparak, olumlu düşünerek, gülümseyerek endorfin üretiminizi fazlalaştırabilirsiniz.



M.Özdaş

18 Nisan 2012 Çarşamba

Eli bıçaklı gençlik








Eli bıçaklı bir gençlik var karşımızda. Biri 17 yaşında, tam kalbinden bir doktoru bıçaklayarak öldürdü. Sebebi 80 yaşındaki kanser hastası dedesinin ameliyattan 10 gün sonra ölmesi...

Bir diğer genç 18 yaşında, derse geç kaldığı için sınıfa almayan öğretmenini kalbinden bıçakladı, öğretmenin durumu çok ağır... 


Bütün bunlar son iki gün içinde yaşananlar, daha bir o kadar da isyan edilmiş, lanet edilmiş, unutulmuş olaylar var.




Nasıl yetiştirdik ya da neden yetiştiremedik gerektiği gibi bu kişileri biz? Okullarda ders yükünün altında ezdik, notlarla, sınavlarla bunalttık, ezberledikleri formüllerden, tanımlardan hayatı öğrenmeye fırsat bulamadılar...

Aileler de işi tamamen okula ve öğretmenlere bıraktılar, kendileri sorumluluktan kaçtılar, böylesi daha kolay geldi belki.

Bir kadın ve erkek ne zaman ve ne için çocuk sahibi olmayı ister?

Sadece kendi mutlulukları için mi, kucaklarına alacakları zaman o zevki tatmak için mi? Geleceklerine sigorta olsunlar, yaşlılıklarında kendilerine baksınlar diye mi? Doğan her birey bu toplumun bir üyesidir ve toplumun geleceğidir. Şu andan daha öteye adım atabilmesini sağlayacak gelecektir çocuk ama görüyorum ki diplomalar olsa da cehalet ruha işlemişse eller ancak bıçak tutuyor, kendine ve borçlu olduğu topluma bunu reva görüyor... yazık, çok yazık !!! __M.Özdaş

17 Nisan 2012 Salı

MİSAFİRİM GELECEKMİŞ, BUYURSUN GELSİN



Birkaç gün önce sık kullanmadığım ve sadece sanatsal mesajları almak için kullandığım mail adresime baktığımda bir mesajla karşılaştım. Biri bana misafir gelecekmiş. ‘’ Eeee…ne var bunda? ‘’ diyeceksiniz şimdi. Ancak büyük ihtimalle benzeri mailler alan kişiler varsa aranızda daha yazımın başında gülümsemeye başlayacaklarından eminim…

Misafiri seven bir milletizdir. Tanrı misafiriyim diye kapımızı çalanları bile neredeyse geri döndürmeyiz. Buyursun gelsin, hoş gelsin, sefa gelsin diyebileceğim türden bir misafire ait değildi bu mesaj. Kekler börekler, poğaçalar yapıp beklenecek türden, tanıdığım biri de değildi. Peki, kimden gelmişti bu mesaj? Geleceğini günlerce önceden kim haber vermişti bana? Üstelik bu misafir yurt dışından gelecekti. Yol yorgunu olacaktı ama temiz çarşaflar serip yataklar hazırlayacağım, elimden geldiğince rahat ettirebileceğim bir misafir değildi.

Aldığım mailde aynen şunlar yazıyordu: Oraya gelicem, müsait misin?

‘’ Daveti gönderen: Ladyberlin
    Davetin başlığı: Oraya gelicem havalar nasıl
    Mesaj: Merhaba hayat tamamen tesadüflerle haftaya Türkiye’ye geliyorum.    Ufacık, kısacık sürecek bir ilişki yaşamak ister misin? Çünkü burada kendime ayıramadığım vakti Türkiye’de ayırmak istiyorum. Beni tecrübesiyle hareketleriyle, sadece gönlümü hoş edecek birisini istiyorum. Benim bir ilişkide hayırlarım yoktur… Çünkü herkes istediğini almanın peşinde. Benim hiç bir maddi beklentim olmaz, evlilik felan öyle bir beklentim de yok zaten.. Yehju’ya gel de msn vereyim oradan devam edelim.’’

Ve devamında şu bilgiler yer alıyordu:

 ‘’ Ladyberlin üyesinin fotoğraflı profilini görmek için buraya tıklayınız.

Yehju.com sitesine hemen üye olarak size davet yollayan kişilerle tanışabilirsiniz.

Ayrıca yarım milyondan fazla üye arasından aradığınız sevgili ya da yatak partnerinizi bulabilir, onlarla yazışabilir, msn adresleri ve telefonlarını alabilir ya da kameralı sohbet yapabilirsiniz.
Sınır tanımayan ama ilişkilerinde gizliliğe önem verenlerin buluştuğu site...’’

Mesaj kutumu her zamanki gibi açıp bu satırları okuduğumda Nazan Öncel’in Hay Hay şarkısını anımsadım. Hatırlayalım, sözleri şöyle idi:
Ne varsa alsın
Toplasın gelsin
Benim için gelsin
İsterse kalsın

Hay hay buyursun gelsin
Hay hay temelli kalsın
Hay hay buyursun gelsin
Hay hay beni seven gelsin
Hay hay…



Günümüzde eski sevgilerin, masumane aşkların neden kalmadığını ve özlem çekildiğini bundan iyi ne anlatabilir acaba? Özellikle cinsel yoldan bulaşan AİDS Hepatit, Sarılık gibi hastalıkların görülme oranı ülkemizde de azımsanmayacak boyutta olduğu biliniyor. Çünkü yasal olarak çalışan hayat kadınları kontrol altında iken buralardan ulaşılan kadınlar ile birlikte olan kişiler önlemlerini ihmal etmişlerse her an tehlikeyle karşı karşıya. Merakları nedeniyle girdikleri bu tuzaklarla dolu sanal ortamlarda mağduriyetin çoğunu gençlerimiz yaşamaktadır.

Ayrıca her gün farklı yerlerde sanal alemle, online fuhuş, porno ve seks tuzaklarının var olduğu yüzlerce haberle karşılaşıyoruz. İnternet aramalarında çok net biçimde rahatlıkla ulaşılabilen bu tür sitelerde çeşit çeşit görsel malzemeler eşliğinde, kontrolsüz, kadın ya da erkek fuhuş hizmetleri sunuluyor. Meraklarına yenik düşenlerin, boş zamanlarını ne şekilde dolduracağını bilemeyenlerin bu tür tuzaklara düşmeleri çok kolay.

Hızla ilerleyen bilgi-bilişim çağı önümüze uçsuz bucaksız bir derya çıkarmış. Bu deryada ilerlerken kirlenme, fazla hızlı yüzüp, yönümüzü, kıyımızı kaybetme gibi durumlarla da karşı karşıya kalabiliriz.
Kolaylıkları ve olumlu taraflarının yanı sıra her an yepyeni, sinsi suçları ve yozlaşmayı da beraberinde getirip yaşamın tam ortasına bomba gibi bırakıyor gelişen teknoloji.

Uzmanlar sürekli sanal fuhuşta son dönemde artış yaşandığı, eskort, partner gibi isimlerle internet kullanıcılarına sunulan fuhuş pazarlarında pek çok tehlikenin de bulunduğu konusuna dikkat çekmeye, uyarmaya çalışıyorlar. Hatta emniyete de bu tür sitelere aldanıp dolandırıldıklarına dair pek çok şikâyet de gelmekte olduğunu biliyoruz.

Bir söz vardır: Eline, diline, beline sahip olmak…
İşte acı olan budur. Sahip olamadığımız nitelikler zehirli sarmaşık gibi dolanıp durmaktadır boynumuza…

Yasal boşluklardan yararlanılan bu tür siteler bir kısım meraklı ve aç insanımızın hüsrana uğramasına yol açıyor. Ayrıca bu tür olayların çok küçük bir kısmı açığa çıkıyor. Hukuk ve Hayat Derneği Başkanı Erdem Gençay konuyla ilgili olarak şunları söylemekte: ‘’ Yasa boşluğu bazı kimselere hareket alanı sağlamakta, yasa koyucunun bu alanı boşluk bırakmayacak şekilde düzenlemesi gerekmektedir.’’


Bilimin ve teknolojinin nimetleriyle dolup taşan bu deryada herkesin boğulmadan ve başka kıyılara sürüklenmeden yüzebilmesi dileğimle…

Müşerref ÖZDAŞ

( Ortanca Dergisi- Üç Aylık Kültür ve Sanat Dergisi- Mart-Nisan-Mayıs 2011- Yıl: 4 ' de yayınlandı)

İKİLEM



"AŞK" geliverince aniden
" MANTIK " çeker gider
Sevgisiz diyarlara.
Karanlık kabuslar süsler Artık uykularını.
Sen sefada sanırsın beni,
Kendini de cefada...
Bilinmez ki
"SEFA " ile " CEFA " kardeştir

Müşerref ÖZDAŞ

( '' BEYAZ bir ANTOLOJİ'' adlı antolojiden)


Müşerref Özdaş (Mşrf)
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Çekilebilir bir hayat için ne gerekiyor?




Geçtiğimiz haftalara ait bir haberde oldukça dikkat çekici bir belirleme ile karşılaştım. Haber şöyle idi:Hollanda'da Alkol Kullanma Yaşı 10'a düştü...

Peki, bu haberden sonra ne oldu? Büyük ihtimalle birçok kişi okuyup çoktan unuttu bile.

Zehirlenme sebebiyle hastaneye kaldırılan bu yaş çocuklarının araştırmalara göre yaklaşık dörtte üçünün içki kullanmayı anne ya da babalarından öğrendikleri belirtilmiş.

"Çocuklarımız ve alkol" adlı kitabının tanıtım toplantısında  yapılan bir konuşmayı konu alan bu haberde ailelerin sorumluluğu olduğu belirtilse de, kütüphaneler dolusu kitap yazılsa da, birileri suçlansa da asıl çözüm nasıl bulunabilir konusunda  köklü bir çalışmanın yapılmadığı da açıkça görülmektedir. Hollanda hükümetinin alkol satın alma yaşını 16’dan 18’e çıkarması sorunu çözecek midir? Bu ülkede umuma açık yerlerde içki kullanmak yasak olup küçük yaştaki çocuklara alkol satan yerlerde ruhsat iptaline varan cezalar da verilebilmektedir.

ABD'de daha önceleri alkol kullanım yaşı eyaletten eyalete değişirken şimdi ülke genelinde 21 yaş uygulaması geçerli.

Ya diğer ülkelerde sınır nedir? Birlikte görelim:
Fransa: Gençlere dair organizasyonlarda sponsorluk yasağı var. Televizyon ve billboardlarda alkol reklamı yasak.İçki satışı yaşı hafif içkiler için 16, diğerleri için 18.

İsveç: Burada da alkol reklamı yasak ancak light bira yadasınıf 1 kategorisindeki içkilerin reklamı yapılabiliyor.İçki satma yaşı işte 18.

Danimarka: 2003 yılından itibaren televizyon ve radyoda içki reklamı yapılabiliyor.Spor müsabakalarında reklamları yasak.Dükkanlarda 16 yaşa kadar satılabiliyor.

İrlanda: Yasak konusunda Türkiye ile benzer bir durumda. Ancak büyük gözetimi dâhilinde içki içmek için bir alt sınır aranmıyor.

Belçika : Çocuklara yönelik etkinliklerde sponsorluk yasak. Gençleri hedef alan reklamlara da dikkat ediliyor. Bar vb.yerlerde 16 yaş sınırı bulunuyor. Bira ve şarap gibi içkilerdeyse herhangi bir sınırlama yok.

Yunanistan: Spor organizasyonları haricinde birçok yerde sponsor olarak kullanılabiliyor. Benzin istasyonlarında, büfelerde, bakkallarda hatta hastane kantinlerinde bile içki satışına rastlamak mümkün.

Malezya: Televizyon ve radyolarda alkol reklamları yasak. Malayca olmayan gazete ve dergilerde içki reklamı yapılabiliyor. Alt sınır ise 18.

Dubai: İçki kullanımı için alkol lisansı gerekiyor ve bu lisans müslümanlara verilmiyor. İçki satışı ancak büyük oteller ve gece klüplerinin bünyesinde yapılabiliyor. Ramazan'da özel uygulamalar devreye giriyor.21 yaşından küçüklere ise içki satılmıyor.

Sorun sadece alkol müdür? Ya fuhuş, ya uyuşturucu, ya  daha fazlası... şiddet, terör?
Peki, bizde durum nedir? Türkiye’de 2011 yılı başlangıcında, içki satış ve tüketimine  getirilen kısıtlamalar o günlerde çok ses getirmişti.  TAPDK (Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu)  ( 07/01/2011 tarihli ve 27808 sayılı Tesmi Gazete’ye göre) Tütün mamulleri ve alkollü içkilerin satılına ve sunumuna ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmeliğe göre  2. bölüm madde 24’de  alkollü içki reklamları ile ilgili kısımlardaÇocukları ve gençleri hedef alan yerlerde bazı kısıtlama ve yasaklara yer verilmiştir.

 Başlangıçtaki tanımlar kısmında madde 4’de Genç: Onbeş ile yirmidört yaş arası dönem içinde bulunan kişi olarak açıkça tanımlanmış.
Yine 2. bölümde madde 6 aynen şu ifadelere yer vermektedir:İşyerinde; onsekiz yaşını doldurmamış kişilere tütün mamulleri ve alkollü içkiler satılamaz veya sunum suretiyle tüketimlerine arz edilemez. Yaş konusunda tereddüde düşülmesi halinde satıcı, talepte bulunan tüketiciden kimlik belgesi istemek suretiyle, onsekiz yaşından büyük olduğu bilgisine ulaşarak satışı veya sunumu gerçekleştirir.

Bu düzenleme sonrası, yukarıdaki açık ifadeye rağmen, değişik kesimlerde seslerin yükselmesine ve çoğu zamanki gibi tam olarak bilgi sahibi olmadan, kulaktan dolma bilgilerle konuşup eleştirmeyi kendine hak gören toplumun farklı kesimlerinden kişiler 24 yaşa takılı kalmıştı.
Sınırlamaları siyasi olarak yorumlayanlar da çoğunlukta idi.

Birçok evde ortaöğretim hatta ilköğretim düzeyinde çocukların mahalle bakkalına gönderilerek bira ile başlayan içki veya sigara satın almaya gönderdiğini hepiniz görmüşsünüzdür. Diyelim ki gönderilmedi, evde içki sofrasının kurulduğunu, mezeler hazırlandığını, dağınık bir masa başında sigara dumanının ağırlaştırdığı atmosferde çakırkeyif sohbetler yapıldığına tanık olmuştur evin çocukları, gençleri. Büyük olmanın böyle bir şey olduğu fikri uyanmıştır belki de...

Peki, ne yapılabilir? Kişisel özgürlükler kısıtlanmalı mı? Anne, baba ve yakınlar içki sigara kullanmamalı mı? Ya da her şeyin dozunda yapılabileceği fikri mi verilmeli yetiştirilen evlatlara? Aile içi ve okul eğitimi sorunları çözer mi? Satış yasağı önleyici olur mu yoksa yasaklar daha mı çekici kılar? Belki de akademik düzeydeki araştırmalar, tartışmalar ve çıkan kararlar  topluma olumlu olarak dönebilir. Bunun arayışında olunmalı.

10 yaşında alkol alan, komaya giren, 12 sinde cinselliği yaşamaya başlayan, 13-14 ünde doğuran bir dejenere yeni nesil çıkıyor ortaya... Türk toplumu da büyük bir hızla takipte bu dejenerasyonu. Japonya'da çocuk birası üretilip yok sattığını, 400.000 şişe sipariş aldığı bilgisine ulaştım.
 Neler bekliyor bu yuvarlak dünyayı daha? Bu biranın sloganı ise şu : “Hayat çocuklar için bile içki olmazsa çekilmezdir.”Ne denir ki? Bu dünyayı içkisiz çekilir kılmaya çalışmak bu kadar zor mu?
Karar sizlerin sevgili okuyucular.
Hayatınızın çekilebilir olması ve onu birileri için çekilebilir, hatta harikalar diyarı haline getirebilmeniz dileğiyle…

Müşerref ÖZDAŞ

( Mahzunize Dergisi / Kasım-Aralık 2011 sayısında yayınlandı)

15 Nisan 2012 Pazar

Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?

Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldığız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kac kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez fark ettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok ‘küçük şey’e bağlı olduğunu
Hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yeni yılda düşünün yayılın çimlerin üzerine...
Acele edin… 
Ve Unutmayın... 
Er veya geç…
Çimenler yayılacak üzerinize…

J. Prevert